Permakültür Ne Demek?
Sürdürülebilir yaşam, ekolojik bilinç, doğa dostu uygulamalar gibi kavramların giderek popülerleşmesi tesadüf değil. Dünya her geçen gün daha büyük bir şiddetle sömürülüyor ve yıpranıyor. Kendini ve kaynaklarını yenileyecek gücü bulması her geçen gün daha da zorlaşıyor.
Bilinçsiz üretim ve bilinçsiz tüketim alışkanlıkları ise gezegenimizin omuzlarındaki en büyük yüklerden. İnsan topluluklarının üretim ve tüketimi gündeme geldiğinde, tabi ki akla öncelikle tarım geliyor. Tarım kaynaklı karbon emisyonları dünya üzerindeki mevcut emisyon miktarının %11’ini oluşturuyor. Dolayısıyla daha gezegen dostu olan bir tarımsal üretim modeli çok büyük bir etkiye sahip olabilir.
Permakültür düşüncesi de aslında üretim fazlalıkları ve sınırlarını göz önünde bulunduran, daha yüksek farkındalığa sahip bir üretim modeline geçişi temsil ediyor.
İngilizce’de kalıcı (permanent) ve tarım (agriculture) anlamlarına gelen iki sözcüğün birliğiyle oluşturulmuş permakültür (permaculture) bir yaşam biçimi haline gelmiş durumda. Kırsal, tarımsal, kentsel alan fark etmeksizin hayatın her alanına entegre edilebilir bir düşünce ve davranış sistemi olan permakültür kavramının isim atası ise Bill Mollison.
Günümüzde yarattığı yenilikçi tasarım felsefesinin ünü, Bill Mollison’ın kişisel tanınırlığını fersah fersah geçmiştir. Kendisini gezgin bir öğretmen ve biyolog olarak tanımlayan Mollison, devrimci bir doğa bilimci olarak da anılır.
Bir Tarım Modelinden Fazlası, Bir Tasarım Sistemi
Birçok kişi için permakültür, oldukça yaygınlaşan organik tarım kavramının daha dikkat çekici veya “havalı” hali olsa da aslında bu kavram bundan çok daha fazlası. Permakültür bir tasarım sistemi. Birincil odağına tarım, bahçecilik, hayvancılık ve ormancılığın yeniden tasarlanmasını yerleştirse de permakültür prensipleri ve esasları binaların, araç gereçlerin ve teknolojinin tasarımı için de uygulanabilir. Bu tasarım sistemi, evrensel etiğe ve ekolojik tasarım prensiplerine dayanıyor, güçlükleri yenme becerisi ve elastikliği yüksek bir yaşam inşa etmeyi hedefliyor.
Bu hedefine ulaşmak için tekrardan keşfedilmeye ya da geliştirilmeye ihtiyaç duyan çeşit çeşit yaşam biçimini ve becerisini bir araya getiriyor ki toplumlar bağımlı tüketiciler olmaktan çıkıp sorumluluk sahibi üreticilere dönüşebilsinler.
Bu bağlamda permakültürü aslında tek bir uygulama olarak tanımlamak oldukça eksik hatta yanlış olacaktır. Örneğin organik tarımın becerileri ve öğretileri, sürdürülebilir çiftçilik ya da eko-köyler permakültür değildir, ancak permakültür bu sistemleri tasarlamak, geliştirmek ve yönetmek için kullanılabilir.
Mesela, birçok farklı doğal sistemde karşımıza çıkan sıfır atıklı kapalı döngü sistemlerini taklit ederek kaynakların, toprağın, insanların ve doğanın birbirleriyle karşılıklı fayda ilişkisi kurmasını sağlamak permakültür sayılabilir.
Aynı zamanda permakültür, bireyleri, grupları ve etkileşim ağlarını kapsayan bir küresel hareketliliktir. Bu hareket, insanlığın hayalini kurduğu dünyayı yaratmak için doğayla uyum içerisinde üretmek ve tüketmenin yollarını arar. Güncelliğini koruyan bu küresel hareket dünyanın hem en ayrıcalıklı hem en yoksul topluluk ve ülkelerinde yayılmaya devam ediyor. Ayrıca bu yayılma çoğunlukla devlet veya iş dünyasının desteği olmaksızın gerçekleşiyor. Hareketliliğe dahil olan insanlar kendi hayatlarını yeniden inşa ederek sürdürülebilir bir geleceğin inşasına katkıda bulunuyorlar.
Permakültür Prensipleri Nelerdir?
Kavramın ortak yaratıcıları Bill Mollison ve David Holmgren, yayımlarında kendi prensiplerini detaylandırdılar. Mollison’ın 1988 yılında yayımladığı Permakültür, Tasarımcının El Kitabı’nda listelediği beş esas;
- Doğaya karşı değil, doğayla birlikte hareket et
- Çözüm problemin içinde
- Mümkün olan en ufak değişiklikle en büyük etkiyi sağla
- Teorik olarak bir sistemin getirisi sınırsızdır
- Doğadaki her şey kendi alanını etkiler, değiştirir, geliştirir
2016 senesinde hayata veda eden Mollison, tam adıyla Bruce Charles Mollison, permakültürün tarım dışı sistemleri araştırırken bulunduğunu anlatıyor. Yıllarca doğayı ve yaban hayatını gözlemleyip araştırdıktan sonra doğa sistemlerinin tüm harikalıklarına rağmen geliştirilebilecek yönleri olduğunu keşfetti. Doğayı taklit etmeyi, hatta doğanın sistemlerinin hatalarını tespit ederek daha iyi bir sistem yaratmayı hedefledi. 1960’larda yenilenebilir enerji, fosil yakıtlar ve toplumun geleceğine dair yayımlanan bir raporda okuduklarının ardından yaşam pratiklerimizde köklü bir değişiklik yapmadıkça diğer hiçbir öğretinin bir anlamı olmadığına kanaat getirdi.
Çünkü yüzyıllardır anlatılan öğretiler sürekli birbirini tekrar ediyor, dünyanın ve üzerinde varlık bulan canlılığı tehdit eden riskleri göz ardı ediyordu. Ama üzerinde yaşanacak bir dünya kalmadıktan sonra herhangi bir mücadelenin ne anlamı vardı ki? Dünyanın yeni bir sisteme ihtiyaç duyduğuna karar verdikten sonra toplumdan uzaklaşarak kendine ormanda bir arazi edindi ve ilk permakültür sistemini orada tasarladı.
David Holmgren ise kendi 12 permakültür prensibini 2002 senesinde yayımlanan Permakültür: Sürdürülebilirliğin Ötesinde İlkeler ve Yollar isimli kitabında detaylandırmış;
- Gözlemle ve Uygula
- Enerjiyi yakala, depola ve verimli tüket
- Verim elde et
- Geri bildirim al, kendini sorgula
- Yenilenebilir kaynakları kullan, onlara değer ver
- Hiç atık üretme
- Örüntülerden başlayıp detaylara giden tasarımlar yap
- Bölme, birleştir
- Ufak ve yavaş çözümleri tercih et
- Çeşitliliğe önem ver, çeşitlilikten faydalan
- Sınırlarda biriken enerjiye değer ver ve onu kullan
- Değişikliklere yaratıcı tepkiler ver ve çözümler üret
Permakültürün Esasları Nelerdir?
Permakültür, detaylandırılmış prensiplerinin yanında üç temel esasa dayanıyor:
Yeryüzüne Özen Göster
Yaşam prensiplerinin, yapılan tasarımların, kurulan sistemlerin gezegene ve ekosistemlere değer vererek, iyiliklerini ve devamlılıklarını gözeterek oluşturulması gerektiğine işaret eder. Doğal kaynakları korumak oldukça kritiktir çünkü her kaynak bir diğeriyle bağlantılıdır. Biyoçeşitlilik topraktan beslenir, toprağı yağmur yeşertir, yağmurun zenginliği havanın temizliğiyle ilişkilendirilebilir. Yeryüzüne özenli davranmak tüm türlerin sürekliliği için kritik bir önem taşır.
İnsana Özen Göster
İnsanlar birlikte hareket ettiklerinde ve birbirlerinin ihtiyaçlarını gözettiklerinde zenginleşir ve gelişirler, etki alanları genişler. Çünkü kaynakları ve bilgiyi paylaşmak daha verimli sistemler oluşturmaya yol açar. Bireyin sadece kendisini gözettiği bir sistem permakültürün yaratmak istediği yüksek faydalı bir sistem olamaz.
Eşit Paylaş. Fazlalıkları Tekrar Değerlendir
Tüketime ve nüfusa kısıtlama getirme düşüncesini de içinde barındıran bu esas, sağlıklı bir hayat sürmek için gerekli olandan fazlasını almamaya işaret ediyor. Tüketimi sınırlandırmanın yanı sıra, tüketilemeyenlerin de tekrardan bir yatırım aracına dönüştürülmesini ya da tekrar pay edilmesini doğru bulur.
Permakültürün Yöntemleri Nelerdir?
Permakültürün bütün yöntemlerini sıralamak için muhtemelen birkaç ciltlik bir kitap serisi yazmak gerekir. Ancak sıklıkla kullanılan yöntemlerin bazıları karışık ekim, meyve ormanı oluşturma, bağımlı ekim, vahşi ve evcil hayvanların dahil edilmesi olarak sıralanabilir. Birkaç detaylı örneğe bakalım.
Yağmur Suyu Hasadı: Çatılardan ya da başka alanlardan akıp giden yağmur sularını duş, sulama, temizlik ve birçok başka amaçla kullanmak için bilinçli bir şekilde toplama sistemidir.
Doğal Binalar: Doğal malzemelerden yararlanarak inşa edilen, genellikle insan eliyle inşa edilen ve ısınmak için güneş enerjisi gibi yenilenebilir kaynakları kullanan binalardır.
Tarımsal Ormancılık: Sebzelerin, meyvelerin, yararlı otların ve başka ağaçların birbirlerine destek olacak şekilde aynı ortamda yetiştirilmesidir.
Kardeş Bitkiler Yöntemi: Bitkilerin doğaları gereği bir diğerine sağladığı gölge oluşturma, zararlılarını uzaklaştırma gibi faydalarına göre yakın veya zarara göre ayrı ortamlarda yetiştirilmesidir.
Çeşitli Çevrelerden Permakültür Uygulamaları Örnekleri
Kendini kendine yetebilen, atık üretmeyen kapalı sistemler oluşturabilmek için bahsi geçen sistemdeki tüm öznelerin ihtiyaçlarını ve becerilerini ölçebilmek gerekiyor.
Mesela bir tavuk yetiştiricisi için gerekli olan yem ve barınak aslında doğada bulunan bitkiler tarafından sağlanabiliyor. Oldukça dikenli bir bitki olan Afrika Tekedikeni (Boxthorn) üzerinde yetişen minik domates benzeri meyvelerle tavuklara leziz bir diyet sunarken aynı zamanda dikenli 5 metrelik yapısıyla büyük avcıların erişemeyeceği güvenli bir sığınak görevi de görüyor. Tavuklar yumurtlamak için bu çalıların altına yerleşiyorlar ve civcivleri büyüyene kadar da oradan ayrılmıyorlar. Çünkü doğanın tasarladığı evleri onlara hem bitiremeyecekleri kadar bereketli bir gıda kaynağı sunuyor hem de onları düşmanlarından koruyor.
Bunun karşılığında tavuklar da toprağı gübreleyerek toprağın fosfat zenginliğini arttırıyorlar, ayrıca yumurtluyorlar ve tüy bırakıyorlar. Böylece herkesin fayda sağladığı, kendini sürdüren ve atık üretmeyen bir sistem oluşmuş oluyor. Kilolarca buğday satın almaya gerek yok, barınak inşa etmeye gerek yok, toprağı gübrelemeye gerek yok. Dışarıdan müdahale gerektirmeyen ve sürdürülebilir, yani permakültür düşüncesine tamamen uyumlu.
Mollison sürdürülebilir sistemleri yalnızca tarımla sınırlandırmıyor. Permakültür, insanın yaşamını her anlamda daha maliyetsiz kılmaya odaklanıyor. Bunun için de ilgi çekici bir önerisi var.
Ekvatordan 60° uzakta yazın günde 18 saat kesintisiz güneş ışığı alan bölgeler patates ve kabak gibi soğuğa dayanıklı tarım ürünleri yetiştirmek için oldukça elverişli. Günde 18 saat büyüyebilme kapasitesiyle Alaska’da 20 kiloluk patatesler yetiştirmek mümkün, o sebeple bu bölge yaz döneminde üretim yapmak ve orada yaşamak için oldukça verimli. Fakat karanlık ve soğuk geçen kış günlerinde orada yaşamak için evinizi ısıtmak bile çok yüksek bir maliyet demek.
Mollison yıl boyu tarım ürünleri yetiştirmeye devam etmek istiyorsanız yazın da Ekvator’dan 15° uzaklıkta bir alana kurduğunuz bahçeye göç ederek üretime devam edebileceğinizi söylüyor. Çünkü her yıl yaz döneminde güneye göçmek kış boyunca kuzeyde evinizi ısıtmaya çalışıp hiçbir şey üretememekten daha ucuz!
Daha farklı bir alana bakılacak olursa, bir ev tasarlarken açılan pencerelerin konumunun bile permakültürle ilgisi var. Çünkü pencere camları üzerlerine vuran güneş ışığını ısıya dönüştürüyorlar. Eğer evde sıcak olması istenmeyen bir alan varsa, oraya bir pencere açmak oldukça mantıksız. Mesela batı duvarlarına pencere açmak sıklıkla uygulanıyor olsa da istenmeyen bir sıcaklığa sebep oluyor ve daha sonra aynı evleri soğutabilmek için litrelerce yakıt tüketmek gerekiyor.
Permakültür aslında ileriye dönük ve kapsayıcı olmayan tasarım sistemlerine karşı geliyor. Her ögenin bir diğeriyle ilişkisini göz önünde bulundurarak, doğal getirilerden maksimum faydayı sağlamayı amaçlıyor.
“Yaptığınız her şeyin en az 3 iyi sebebi olsun!”
Mollison’a göre bir şeyi yapmak için en az 3 iyi sebep olmalı. Bir ağaç ekiyorsanız onu sadece gölge vermesi için ekmeniz anlamsız olacaktır, çünkü zaten her ağaç gölge verir. O ağaç aynı zamanda sizin işinize yarayacak bir ürün üretiyorsa, ya da bahçenize fayda sağlayacak tozlayıcıları çekiyorsa o zaman öylesine değil sürdürülebilir bir karar verdiniz demektir.
Türkiye’de Permakültür Nasıl Uygulanıyor?
Günümüzde Mollison’ın fikirleri neredeyse dünya üzerindeki tüm ülkelere yayıldı. Güney Amerika’nın yağmur ormanlarından İskandinavya’nın kuzey arktiğine, Kuzey Amerika topluluklarından Kalahari çölüne kadar her yerde hayat buluyor. Tabi ki bu gelişme Türkiye’de de hızla yayılıyor.
Her geçen gün Türkiye’deki permakültür çiftliklerinin sayısı artıyor ve yardımlaşma ağları oluşturuyorlar. Hatta permakültür deneyimlerini paylaşmak isteyen veya permakültür bilgisini genişleterek deneyim kazanmak isteyen gönüllülerle permakültür çiftlikleri arasında iletişim ağları gelişmiş durumda. Permakültür yapısı gereği birlikte hareket etmeyi, paylaşarak çoğaltmayı hedeflediği için bu düşünceyle hareket eden topluluk giderek daha büyük bir hacme ulaşıyor.
Doğayla bütünleşik kalarak, olabildiğince az müdahale ile üretim yapmak düşüncesi Türkiye’deki permakültür uygulamalarına da hâkim olmuş. Çiftçiler bulundukları coğrafya ve iklime uygun, olabildiğince az değişiklik ve etkinlik gerektiren bitkiler yetiştirmeyi tercih ediyorlar. Bu çiftliklerin büyük bir kısmı güneş enerjisiyle ısınmaya gayret gösteriyor. Toprağa mümkün olduğu kadar az müdahalede bulunuyor.
Gezegenin ve Canlılığın Geleceği İçin
Dünya’nın geleceği için daha sürdürülebilir bir yaşam modeli yaratmak artık hiç olmadığı kadar önemli. Doğal kaynaklar tükeniyor. Verimsiz kaynak tüketimi ve sürdürülebilir olmayan üretim alışkanlıkları geri dönüşü olmayan zararlar veriyor. Yaşamın her alanında uygulanabilecek sürdürülebilir tasarım algısıyla çok yönlü fayda sağlamak ve zararlı çıktıları en aza indirmek mümkün. Doğanın çözümlerini insanın tasarım becerisiyle harmanlayarak gezegenimizi ve onun ev sahipliği yaptığı canlılığı korumak mümkün.